Ankara merkezli olarak geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen uyuşturucu operasyonu ile Kolombiya’dan Türkiye’ye uzanan kokain rotası ortaya çıkarıldı.
Buna göre kokain, çiçek, muz, kahve kolileri arasında uçakla Kolombiya, ABD ve Hollanda rotasını izleyerek Türkiye’ye getiriliyordu.
Rotanın bir ayağını ise İtalya üzerinden Mersin’e deniz yolu oluşturuyordu.
Dokuz aylık sıkı takibin ardından, kokain trafiğini yöneten Atilla A., Tolga C., Gökhan P., Levent T., Levent G., Galip Ç. ve babası da eski uyuşturucu baronu olan “Hanımağa” lakaplı Nurten A. yakalandı.
Operasyonun detaylarıyla ilgili birçok haber Türk medyasında yer aldı.
Bir detay hariç…
O da “Hanımağa”nın kim olduğu…
Evet JÖNTÜRK, bu konuda kökeni ta Susurluk skandalına uzanan detayları gündeme taşıyor.
Nurten Alemdar (Nurten A.), Susurluk çetesinin önemli figürlerinden uyuşturucu kaçakçısı Selahattin Alemdar’ın kızı.
1980 yılında uyuşturucu ticaretine başlayan Selahattin Alemdar, hapishaneye konulduğu 1998 yılına kadar çok büyük bir servet yaptı.
Öyle ki, Sakarya Karasu’nun sahibi olarak anılıyordu.
Selahattin Alemdar’ın tutuklanmasına yol açan gelişmelerin en önemli halkası ise Susurluk Skandalı oldu.
Aralık 1996’da (Susurluk’taki kazadan bir ay sonra) Atatürk Havaalanı’nda Dilek Örnek isimle bir kurye, 28 Milyar Lira tutarındaki bir bavul dövizle yakalanıyordu.
Paranın, Selahattin Alemdar’a ait olduğu belirleniyor ve iki yıl sonra o da yakalanıp hapse konuluyordu.
İlginç olan Atatürk Havaalanı’ndaki olayda adı geçenlerden biri de Susurluk davasının sanıklarından özel harekatçı Ayhan Akça idi.
Dilek Örnek de, yıllarca “Susurluk kuryesi” olarak adlandırılıyor ve 14 yıl süren yargılama sonucu 2010 yılında 1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılıyordu.
Selahattin Alemdar, hapishanede hayatını kaybetti. Nurten Alemdar’ın da aralarında bulunduğu çocuklarına bıraktığı servet dudak uçuklatacak cinstendi.
Heyhat, söz konusu servet kimseye yaramadı, çünkü Selahattin Alemdar’ın mal varlığına el konuldu.
Nurten Alemdar ve kardeşleri, yıllardır babalarının ilişki ağını kullanarak uyuşturucu ticareti ile o serveti yeniden elde etmenin peşindeydiler.
İşte son kokain operasyonuna, Sedat Peker’in ifşalarına bu bağlantılar çerçevesinde bakılsa, resim çok daha net ortaya çıkacak.
Hepsinden önemlisi, asıl patronun kim olduğu da…
Susurluk’ta ne olmuştu?
Susurluk’ta seyir halindeki bir otomobil, 3 Kasım 1996’da benzin istasyonundan çıkmakta olan bir kamyonun altında kaldı.
Aracın içinde bulunan eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, Gonca Us ve Mehmet Özbay olay yerinde hayatını kaybetti. Dönemin Doğru Yol Partisi Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak ise yaralı kurtuldu.
Olayın hemen ardından Mehmet Özbay kimliğini taşıyan kişinin birçok suçtan Uluslararası Polis Teşkilatı (Interpol) tarafından aranan Abdullah Çatlı olduğu anlaşıldı. Böylece bu olayı, basit bir trafik kazası olmaktan çıkaran bir süreç başladı.
Zira Çatlı, özellikle 1970’lerdeki bir dizi karanlık olayla bağlantılı olduğu iddia edilen bir isimdi.
Çatlı, 1 Şubat 1979’daki Abdi İpekçi Suikastı, Papa İkinci Jean Paul Suikastı’nın faili Mehmet Ali Ağca’nın Maltepe Cezaevi’nden kaçırılması, 11 Temmuz 1978’de Doç. Dr. Bedrettin Cömert’in öldürülmesi ve tarihe “Bahçelievler Katliamı” olarak geçen Ekim 1978’de Türkiye İşçi Partisi’nden yedi öğrencinin öldürülmesi gibi olaylarla ilgili olarak aranıyordu.
Otomobili kullanan ve kaza anında hayatını kaybeden bir diğer isim Hüseyin Kocadağ da daha önce meslekten ihraç edilmiş ancak mahkeme kararıyla geri dönmüş ve dönem dönem bazı organize suç örgütleri ile bağlantıları hakkında çeşitli iddialar ortaya atılmış bir isimdi.
Sedat Bucak da Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde ağırlığı olan “Bucak aşireti”nin lideri olarak biliniyordu. Bu aşirete bağlı korucular da 1990’lı yıllarda PKK ile mücadelede kolluk güçlerinin yanında yer alan gruplar arasında yer alıyordu.
Otomobilin içindeki kişilerin kimliği, kazayla birlikte “mafya-siyaset-devlet” üçgeninde, aslında öncesinde de konuşulan ancak ispatlanamayan bir dizi karmaşık ama karanlık ilişkinin su yüzüne çıkmasına yol açtı.
Ağar faktörü
Kamuoyunda oluşan infial neticesinde, bu ilişkilerin açığa çıkarılması, devlet içerisinde yasadışı faaliyetlerde bulunan bir yapının olduğu iddialarının araştırılması ve suçluların cezalandırılması talebiyle “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık Eylemi” başlatıldı.
Şubat 1997’de sivil toplum kuruluşlarının girişimiyle başlatılan eylemler kapsamında saat 21.00’de ışıkların bir dakika boyunca açılıp kapatılması öngörülüyordu. Daha sonra yürüyüş gibi başka kitlesel eylemler de düzenlendi.
Ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) Susurluk Araştırma Komisyonu kuruldu.
Yapılan araştırmalar, bu karmaşık ve karanlık ilişkilerin merkezine dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ı oturtmaya başladı.
Ağar, kazadan kısa bir süre sonra görevinden istifa etti. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Savcılığı, Ağar ve Bucak hakkında dokunulmazlıklarının kaldırılması istemiyle fezleke hazırladı. Dokunulmazlıkları kaldırılan iki isim hakkında “cürüm işlemek için çete kurmak, hakkında yakalama ve tevkif müzakeresi bulunan kişileri yetkili mercilere haber vermemek ve görevi kötüye kullanmak” suçlamalarıyla iddianame hazırlandı ve dava açıldı.
Ağar, 1998 yılında DGM’de sanık sıfatıyla ifade verdi. Üç saat süren ifadesinde birçok soruyu “devlet sırrı” olduğu gerekçesiyle yanıtlamadı ve davaya konu birçok olayın yaşandığı tarihte bakan olduğu gerekçesiyle ancak Yüce Divan’da yargılanabileceğini savundu.
DGM, önce “görevsizlik” kararı verdi. Ancak bu karar Yargıtay tarafından bozuldu. Bunun üzerine DGM bu kez “yargılanmanın durdurulmasına” hükmetti.
TBMM Soruşturma Komisyonu da Ağar’ın Yüce Divan’a sevkine gerek olmadığına karar verdi. Böylece bu aşamada Ağar hakkında Susurluk bağlantılı yargı süreçleri de sona ermiş oldu.
Ta ki 2011 yılına kadar. Bu kez Ankara Özel Yetkili 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi, hakkında “suç örgütü yöneticisi” olduğu iddiasıyla açılan davada Ağar’ı beş yıl hapis cezasına çarptırılmasına hükmetti. Ağar, Aydın’da bulunan cezaevinde 1 yıl 4 gün yattıktan sonra denetimli serbestlikle tahliye edildi.