Konya’da bulunan Mevlana Celaleddin-i Rumi türbesi, her yıl ülkemiz ve yurtdışından pek çok ziyaretçiyi ağırlıyor. Yıllar içerisinde çevresindeki mescit, semahane, meydanı şerif, matbah, derviş hücreleri, şadırvan, şeb-i aruz havuzu ve çelebi dairesiyle külliye haline getirilen türbe 1926 yılından bu yana müze olarak faaliyet gösteriyor. Ancak türbe içerisinde öyle bir bölüm var ki sırrını korumaya halen devam ediyor. İşte Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin kabrinin altında bulunan mezar odasının sırlarla dolu hikayesi…
Anlatıldığına göre her şey 1273′te Konya’da kaldırılan bir cenazeden sonra başladı. Mevlana Celaleddin-i Rumi, 17 Aralık 1273 günü vefat ediyor. Cenazesine yüz binlerce insan katılmış. Naaşı, İplikçi Camii’nden 500 metre ilerdeki bugün yatmakta olduğu türbeye 8 saatte getirilebilmiş. Müslümanlar, Mevlana’nın naaşını defnedebilmek için gayrimüslimlerin cenaze cemaatinden çıkmasını istemiş. Ancak onlar, ‘Bize İsa’yı da Musa’yı da Mevlana öğretti’ diyerek bunu reddetmişler.
Eski Türklerde mezarların altına Farsça ‘zir-i zemin’ yani ‘zeminin altı’ denilen bir mezar odası yapılırmış. Mevlana’nın naaşı da böyle 4 metrelik bir mezar odasına konmuş. Ancak o tarihten bu yana mezar odasına kimse inmemiş. Bir kişi hariç…
Rivayete göre Sultan IV. Murat, Mevlana’nın türbesini ziyarete geldiğinde, mezar odasının içinde ne olduğunu çok merak etmiş ve bu odaya girmek istemiş. Ancak dönemin Mevlevi büyükleri, buna kesinlikle karşı çıkmış ve girmesini engellemişler. Bunun üzerine Sultan, elindeki tespihi, ağzı açık odanın içine atmış veya düşürmüş. Bu tespihi almak üzere 7 yaşında bir kız çocuğu mezar odasına indirilmiş. Bilinen tek şey, odanın iki tarafından aşağı doğru merdivenlerin indiğiymiş. Kız çocuğu mezara inip çıktıktan sonra dili tutulmuş.
İşte bu olaydan sonra ‘mezar odasının sırrı’ iyice merak edilmeye başlanmış. Acaba kız çocuğu orada ne görmüştü de dili tutulmuştu? Bir iddiaya göre, oda çok karanlık olduğu için çocuk çok korkmuş ve geçirdiği travmadan dolayı dili tutulmuştu. Ancak bir başka iddia daha var ki, o ‘mezar odasının sırrını’ daha da koyulaştırıyordu. Selçuklu Türkleri o tarihte mumyalama tekniğini biliyorlarmış. Fatih Sultan Mehmet dahil 7 padişahın naaşı mumyalanmış. Mevlana’nın naaşı da mumyalandığı için muhtemelen öyle duruyordu. Kız çocuğu orada yatan Mevlana’yı görünce bu hale gelmiş olabilirdi.
Bu olay dönemin önde gelen Mevlevilerini harekete geçiriyor ve 1640 yılında mezar odasının ağzı tuğlayla örülüp üzeri kurşunla kaplanıyor. O tarihten sonra mezar odasının ağzındaki kurşun hiçbir zaman kaldırılmadı. Mezar odası, sırlarıyla birlikte belki de ebediyete kadar sessizliğe gömüldü.
Ancak odanın hikayesi burada bitmiyor. Aradan 300 yıl geçtikten sonra, Mısır’daki piramit sırlarına benzeyen bir dizi olay daha yaşanacaktı. Bu olayın iki tanığı vardı. Biri olayı yaşayan Yusuf Akyurt, öteki de onun yaşadığını Murat Bardakçı’ya anlatan Abdülbaki Gölpınarlı Hoca. 1930′lu yılların güzel bir gününde, Mevlana Müzesi’nin Müdürü Yusuf Akyurt odasında tek başına otururken, aklına sandukanın altındaki mezar odası gelir. İçinden ‘Acaba şu odaya bir girsem de içinde ne olduğunu görsem’ diye geçirir. Ancak tepki çekeceğini düşündüğü için kararsızdır.
Tam o esnada kapı çalınır ve içeri, müzenin yaşlı odacısı girer. Bu yaşlı adam aslında, Mevlevi dedesidir. Cumhuriyetin ilanından sonra tekke ve zaviyeler kapandığı için müzeye çevrilen türbede odacı olarak çalışmayı kabul etmiştir. Yaşlı Mevlevi dedesi saygılı bir şekilde içeri girer ve Yusuf Akyurt’un tüylerini diken diken eden şu cümleyi söyler:
‘Sakın oraya inmeyi düşünmeyin…’
Ancak bu şaşkınlık, müdürü kararından vazgeçirmez. Mezara inmek üzere kurşunla kaplı kapağın önüne gelir. Halıyı kaldırır. Tam kapağı açmak üzereyken, bir adam haykırarak içeri girer:
‘Müdür bey, yetiş evin yanıyor…’
Yusuf Akyurt gelinceye kadar evi kül olmuştur. İşte tam o sırada eline bir telgraf tutuşturulur. Müze müdürü başka bir yere tayin edilmiştir. Müdürün başına gelenler bununla da bitmez. Konya Ankara yolunda seyahat etmekteyken içinde bulundukları kamyonun yolda bir kavise girmesi ve kapının aniden açılmasıyla müze müdürünün oğlu araçtan fırlar ve oracıkta hayatını kaybeder. Kimine göre, mezar odasının sırrı, Yusuf Akyurt’u hala takip etmektedir.
Yusuf Akyurt oğlunun cenazesini alıp Konya’ya döner. Cenaze töreninden sonra doğruca Mevlana Müzesi’ne gider ve sandukanın başında ellerini açıp haykırmaya başlar:
‘Yetmedi mi? Affet artık…’
Küçük kızın dili niye tutulmuştu? Yaşlı odacı, müdürün içinden geçirdiği düşünceyi nasıl anlamıştı? Tam mezar odasına girmeye niyetlendiğinde nasıl olmuştu da müdürün evi yanmıştı? Tüm bu yaşananlar gerçek mi yoksa çevrede anlatılan bir efsane mi bilinmiyor. Ancak bilinen tek şey Mevlana’nın Mezar odasının 745 yıldır sırrını koruyor olması. Öyle görünüyor ki korumaya da devam edecek.